Türkiye ekonomisi son dönemde bir kez daha kritik bir eşikten geçiyor. Kur korumalı mevduat (KKM) uygulamasının sona ermesiyle birlikte ekonomi yönetimi, yüksek faiz politikasını sürdürme yolunu tercih etti. Bu tercih, teoride enflasyonu dizginlemek ve piyasaları dengeye kavuşturmak amacı taşıyor. Ancak uygulamada, özellikle reel sektör açısından sancılı bir süreç doğurduğu görülüyor.
Ekonomik sorunların merkezinde bugün “likidite” meselesi var. Nakit paraya ulaşım hem firmalar hem de bireyler için giderek zorlaşıyor. Bankalar, kredi musluklarını sıkarken işletmeler yatırım planlarını ertelemek zorunda kalıyor. Birçok sanayici üretim kapasitesini daraltırken, esnaf da günlük ticaretini sürdürecek finansmana erişmekte zorlanıyor.
Bu tablo, istihdam piyasasına da yansıyor. Yatırımların durma noktasına gelmesi işçi çıkarmalarını beraberinde getirdi. İşsizliğin artışı, alım gücü zaten zayıflamış olan tüketiciyi daha da zor bir noktaya itiyor. Enflasyonun beklentilerin üzerinde seyretmesi de gelir-gider dengesi bozulmuş haneler için ağır bir yük oluşturuyor.
Kahramanmaraş özelinde tablo daha çarpıcı. Depremin yarattığı yıkımın ardından toparlanma mücadelesi veren kentte, sanayici ve esnaf için mevcut ekonomik koşullar ekstra baskı yaratıyor. Maliyetlerin artması, satışların azalması ve finansmana erişimdeki sıkıntılar bölge ekonomisinin nabzını düşürüyor. Bu da yalnızca üreticiyi değil, bölgedeki tüm toplumsal kesimleri etkiliyor.
Türkiye ekonomisinin önündeki soru şu: Enflasyonla mücadele uğruna uygulanan yüksek faiz politikası, toplumsal ve ekonomik dengeleri ne ölçüde sarsacak? Kısa vadede ortaya çıkan sıkıntılar, uzun vadede kalıcı bir istikrarın kapısını aralayabilir mi?
Bugün için görünen tablo, ekonomideki bu geçiş döneminin özellikle reel sektörde ciddi bir sınav yarattığıdır. Çözüm, sadece para politikasına değil; üretimi, yatırımı ve istihdamı destekleyen yapısal adımlara da bağlıdır. Aksi halde, sorunlar yalnızca rakamlarda değil, gündelik hayatın tam ortasında kendisini göstermeye devam edecektir.