Türkiye’nin dört bir yanında sonbahar rüzgârı eserken çoğumuzun umudu gökyüzünde: “Nasıl olsa kış gelir, barajlar dolar, dereler taşar” diye düşünüyoruz. Oysa gerçek bundan çok daha karmaşık ve ürkütücü. Herkesin bildiği bir gerçek var, kuraklık, takvimlerle sınırlı bir doğa olayı değil; iklim krizinin bize gönderdiği açık bir uyarı.
Aylarca yanmış, çatlamış toprak suya doymayı bekliyor. İlk yağmurların gelişi, göllerin ya da barajların hemen dolacağı anlamına gelmiyor. Toprak, uzun süredir aç olduğu için yağışı önce kendi derinliklerine çekecek. Bu nedenle barajlarımıza ve göllerimize ulaşacak su, düşündüğümüzden çok daha az olabilir. “Kış geliyor, sorun biter” rahatlığı işte bu yüzden tehlikeli bir yanılgı diye düşünüyorum.
Bilim insanları yıllardır uyarıyor: Küresel sıcaklık artışı, yağış düzenlerini değiştiriyor; kar erimeleri azalıyor, buharlaşma artıyor. Bu zincir, su kaynaklarımızı her yıl biraz daha zorluyor. Kimi bölgeler aşırı yağışla sel tehlikesi yaşarken, kimi bölgeler neredeyse çölleşme noktasına geliyor. Kısacası kuraklık yalnızca çiftçinin, köylünün sorunu değil; büyük şehirlerde yaşayan milyonların da hayatını etkileyecek bir kriz değil mi sizce de. Musluktan suyun kesildiği, tarımsal üretimin azaldığı bir senaryoda, gıda fiyatlarının nasıl artacağını hayal etmek bile yeterli aslında tedbir almak için. Bugün bir çok ilde bulunan barajların haberlerini yapıyoruz. Kurudu, kuruyor, kuraklık alarm başlıklarıyla konuya mümkün olduğu kadar dikkat çekmeye çalışıyoruz. Bugün Kahramanmaraş için de farklı şeyler söylemek mümkün değil. Bugün Ayvalı başka bir kaynaktan beslenerek şehre su verilmeye çalışılıyor. Sanmayın ki Kılavuzlu, Sır, Menzelet barajlarında su bitmez. Tüketimi minimize etmezsek, su tasarrufuna özen göstermezsek büyük sorunlar yaşamamız zor görünmüyor.
Bu sorumluluk sadece kurumların göstereceği bir sorumluluk değil, bu sorumluluk her ferdin sorumluluğu. Olaya karamsar bakmıyorum, gerçekten su sorunu açlık ve hastalığı beraberinde getirecektir. Şunu unutmamalıyız. “Ben tasarruf etsem ne etmesem ne?” diye düşünmeyin. Bireysel sorumluluk ile atılan küçük adımlar, şüphesiz büyük etki yaratır. Bu tabloyu değiştirmek için elimizde hâlâ güçlü bir araç var ki oda bireysel sorumluluk.
Her birey günde yalnızca bir bardak su tasarruf etse, 85 milyon bardak—yani milyonlarca litre—su boşa akmaz. Bu da kuraklığa karşı gerçek bir savunma hattı demektir.
Suyu korumak yalnızca bugünün değil, gelecek kuşakların da hakkını savunmaktır. Çocuklarımızın ve torunlarımızın susuz bir dünyaya uyanmasını istemiyorsak, bugünden harekete geçmek zorundayız. Bu sadece çevre meselesi değil, aynı zamanda vicdani bir sorumluluktur.
Kuraklık sessiz ilerleyen ama etkisi yıkıcı olan bir krizdir. Henüz çok geç değil; her bireyin alacağı basit önlemler, yarının büyük felaketlerini engelleyebilir. Bir damlanın değeri, ancak o damla kaybolduğunda anlaşılır. Bugün farkına varırsak, hem toprağın hem de gelecek nesillerin susuzluğunu dindirme şansımız var.