Ömer Akpınar

Yıldız Atatanır'la söyleşi!

Ömer Akpınar

4. Kitap Fuarında hiç beklemediğim birisiyle tanışmıştım. Mezunu olduğum Kara Lise lakabıyla meşhur Maraş Lisesi Edebiyat Öğretmeni Mustafa Atatanır’ın eşi Yıldız Hanımdı. Derin bir sohbet başlamıştı. Fuarın bitiminden sonraki haftada ilk Perşembe akşamı evine misafir olmak için telefon açtığımızda nazikçe kabul etti ve çok memnun olacağını söyledi. Akşam eşimi ve kızımı da alıp yedi sularında evden çıktık. Evine gidip zile bastığımda bizi kapıda karşılamıştı.

 

İçeriye buyur edince misafir salonuna oturduk. Yıldız hanım seksen yaşlarındaydı. Çok sakin konuşan ve tebessümü ihmal etmeyen birisiydi. Hal hatır sorduktan sonra biraz zaman geçmişti ki zil çaldı. Kibar bir hanım içeriye girmiş, kendini tanıtarak bir koltuğa oturmuştu.

 

Anlaşılan Yıldız Hanıma misafir geldiğinde yardım ediyordu. İkram ve servis için geldiğini mutfağa girip bir şeyler yapmaya başlamasından anlamıştık. Yıldız hanım:

 

‘Kitabınız okuyorum!’

 

‘Hocam bir edebiyatçı olarak sizin değerlendirmeniz benim için çok önemli!’

 

‘Öğretmen olmadığınız halde Emir Öğretmen romanınızda öğretmenlik mesleğini o kadar güzel anlatmışsınız ki insan şaşırıyor. Bu romanı okuyan gençler, öğretmenlik mesleğini seçeceklerdir.’

 

Bu güzel cümlelerden sonra biraz kendilerinden bahsetmesi için: 

 

‘Mustafa Beyle nasıl tanıştınız?’ diye sordum.

 

‘Maraş Lisesinde öğrenciydim. Edebiyat dersimize çok ciddi bir öğretmen girmişti. Onu dinledik ders zili çalınca dışarıya çıktı. Sıra arkadaşım Asuman Yazıcıoğlu’na bütün öğretmenleri tanıdığı için:

 

‘Asuman bu kim?’ diye sordum.

 

‘Adı Mustafa Atatanır!’ dedi.

 

‘Bu adam evli mi bekâr mı?’

 

‘Bekâr!’ deyince:

 

‘Gideceğim Edebiyat öğretmeni olacağım bu okula geleceğim ve bu adamla evleneceğim!’

 

Sonra ben unuttuğum halde Asuman bana hatırlattı. Yıllar sonra Mustafa beyle evlendikten sonra:

 

‘Böyle böyle dedin sen! Bu kadar sözünde duran birisiymişsin!’

 

Lise ikideyken Kültür-Edebiyat kolundaydım. Tiyatro oyunlarında oynardım. Kostümlerimizin dikkatle üzerinde durup aylarca dikimiyle ilgilenirdi. Mustafa Bey o kadar ciddi idi ki en ufak bir falsosu olmadı.

 

Okulu bitirdikten sonra Eğitim Fakültesine kayıt yaptırdım. Edebiyatı çok seviyordum. Mevlana’ydı benim bitirme tezim. Eserlerinden birini bulamadım diye. Halbuki aradığım eser vardı babamın kitaplığındaydı. Ona bir mektup yazdım.

 

‘Mevlana’nın eserlerinden başka birini Fihi Mafih’i bulamadım, sizde varsa gönderir misiniz?’ diye! O da bulamadığını yazan bir mektup gönderdi. Daha sonra bir teşekkür mektubu yazdığım halde bana cevap yazmamıştı.

 

‘Sonra geldim Maraş Lisesine! O daha evlenmemiş demek ki.’

 

‘Edebiyat öğretmeni olarak mı döndünüz?’

 

‘Evet, yani aynı okulda çalışıyorduk. İkimiz de edebiyat derslerine giriyorduk!’

 

‘O mu teklif etti siz mi teklif ettiniz. Nasıl yakınlaşma oldu, sizce bir mahremiyeti yoksa anlatır mısınız?’

 

‘Yok, canım ne mahremiyeti olacak! İyi anlaşıyorduk!’

 

‘Hım tabi öğrencisi olunca daha yakındı, daha samimiydi!’

 

‘Boş verin lütfen bu çok uzun!’

 

Bu arada gülerek geçiştirmeye çalıştığı mahcubiyetini hal diliyle gösteriyordu.

 

‘Tamam peki!’

 

Yıldız Hanım kaldığı yerden başka bir konuya geçerek devam etti.

 

‘Bu arada dedem amcamın oğluyla beni beşik kertme yapmış! Ben de karşı çıkmamış nişanlanmıştım. Fakat problem yaşıyordum. Mustafa Hocama dert yanınca:

 

‘Konuşayım mı?’ dedi ben de ‘Yok!’ dedim. Zaten babamın arkadaşıydı. Bize gelir giderdi. Ben öğrenciyken birkaç defa yemeğe gelmişti. Fakat biz onun evine bir kere olsun gitmemiştik.’

 

‘Okuldaki hamle dergisini merak ediyorum. Onu nasıl başlattı, düşüncesi neydi?’

 

‘Okulda Kültür-Edebiyat kolunun yayın organı olarak başlamışlardı. O grup benden üç dört sınıf büyüktüler.

 

Hamle Dergisini Nuri Pakdil tek başıma çıkardım demiş. Buna çok üzüldüm. 

 

O dönemlerde okullarda duvar gazetesi çıkardı en fazla! Fakat Mustafa Bey bunu yeterli görmemişti. Kulüp öğrencilerini harekete geçirmek için bir dergi çıkarmak istemiş. Hatta ilk tayin yeri İmam Hatip okuluydu. Orada mı başlatmış Maraş Lisesinde mi tam emin değilim! ‘Geceyi matbaada geçirdim. Heyecanla bekledim basılmasını! Okuldaki bir yayın organının basılı bir dergisinin olması beni çok heyecanlandırdı’ derdi. Üniversitede çalışmasını çok istemişler. O kabul etmemişti.

 

‘Hamle adını kim koymuş?’

 

‘Mustafa Bey bulmuş!’

 

‘Türk Dil Kurumu Üyesiydi. Sene de bir toplantıları olurdu. Kenan Evren kapatıncaya kadar toplantılarına davet edilirdi. Rahmetlide oturayım yazayım hevesi yoktu. Hatta hep diyen çok oldu. ‘Hocam anılarınızı yazın!’ Diye. ‘Benim anılarım bana’ derdi. Yani çok sevmezdi açılsın anlatılsın istemezdi.’

 

‘Çok içe kapanık mıydı?’

 

‘İki yıl öğrencisi oldum. Hakkında çok şey bilmezdim. Hakkında pek bir şey bilmezdik. İki sene öğretmenim oldu. Ne hakkında bir tek kelime öğrenebildik, ne onu tanıyabildik, ne evini görebildik, hiçbir şey bilmiyorduk! Öğretmen öğrenci ilişkisinde çok mesafeliydi ve ketumdu.’

 

‘Hamle sadece Kültür Edebiyat Kulübü öğrencileri arasında mı çıkardı?’

 

‘Hamleyi Kültür-Edebiyat kolunun öğrencileri arasında! Hani okuldayken kollara seçilirsiniz ya! O şekilde grup kurarak! İşte o kollara seçilen öğrencilerle bu işi başardı. Ama gerçekten çok yetenekli çok hevesli öğrencilerim var!’ derdi. O dönem iki yıl böyle devam etti. On altı kişilik bir Fen Şubem vardı, en kötüsü doktor oldu.’ Derdi. Çok çalışkan çok başarılı öğrencilerim var derdi. Sonra Çocuk Doktoru Aytaç Ergönenç diye öğrencisi vardı. Tıp Fakültesini bitirdikten sonra Maraş’a geldi ve muayenehanesini açtı. Bizimle irtibata geçti, ailecek görüşmeye başladık. Diyorum ya benim bile çözemediğim çok yönleri vardı Mustafa Beyin. Aytaç öğretmenler günü olur bir çiçek alır gelirdi. Soyadı Atatanır olan hiç kimseden çocuğunu götürdü mü muayene ücreti almazdı.

 

‘Bir sürü öğrencin var, niye bu Aytaç sana bu kadar saygı gösteriyor?’ derdim.

 

‘Seviyor zahir!’ derdi o kadar! Eşim rahmetli oldu, oğlum Ilgar Doktor Aytaç’ın cenazemizde bulunduğunu ve hiç ayrılmadığını söylerdi. Bir hafta sonra karısı nezaket başsağlığına geldi ve dedi ki:

 

‘Çok özür dilerim. Yazlıktaydım ancak gelebildim!’ Ben şaşırmıştım. Dönüp dönüp özür dilemeye devam ediyordu.

 

‘Niye özür diliyorsunuz ki? Aytaç Bey elinden geleni yaptı! Allah razı olsun, hep yanımızdaydı!’

 

‘Ama Mustafa ile aralarında apayrı bir ilişki vardı!’

 

‘Ne vardı yani bilmediğim? Deyince:

 

Aytaç üniversiteye gidince fakir bir ailenin çocuğuymuş. Bir memur ailesinin çocuğuymuş. Fakültedeyken ona para gönderirmiş. Bir gün bana demedi, çıtlatmadı bile. Karısı söylemeseydi bilmeyecektik. Bunu karısından duyduk. İşte hayır böyle yapılır hayır olur değil mi?’

 

‘Evet, sağ elin verdiğini sol el duymayacak!’

 

‘Son yıllarda ben haksızlık yaptım mı diye kendisini sorgulardı! Bu soruyu çok sormaya başlamıştı. Daha sonra ‘Yıldız bir haksızlık yaptıysam bile öğrencilerimin lehine yaptım!’ derdi.

 

‘Hamle Dergisine dönebilir miyiz? İsmini bulan kendisi miydi, gençleri kulübe üye yapan onların eğitimiyle ilgilenen o muydu?’

 

‘Evet tabi! Çocuklar yazılarını getirir, yayınlanacak şiirleri seçer, dergisinin mizanpajını yapar, dergiye bastırırdı. Hepsini yapan kendisiydi. O dönemde Kulübün üye öğrencileri arasında Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Alaattin Özdenören, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt gibi isimler vardır.’

 

 ‘Yıldız Hocam bu saydığınız öğrencilerin hepsi de ünlü oldular. ‘Yedi Güzel Adam’ ismi şimdilerde kütüphanelere ve organizasyonlara veriliyor. Kalemleriyle topluma örnek olup, yön veren bu kişilerden bir kısmı hayattalar. Sizi arayanlar var mı, ziyarete geliyorlar mı?’

 

‘Bu isimleri duydukça eşim Mustafa aklıma geliyor! Hayır aramıyorlar ama eşim Mustafa Atatanır’ın adına Büyükşehir Belediyesine ait Kütüphanede bir köşe yapılmış. Onun özel eşyaları da sergileniyor. Bu beni sevindirdi.’

 

Mustafa Beyin 2008 yılında vefat ettiğini söyleyerek sözlerini tamamladı. Başından sonuna kadar eşini çok seven bir hanımefendinin konuşmasını dinlemiştim. Tarihe tanıklık ediyordum. Bütün bunları kaydettikten sonra müsaade isteyip ayrıldık.

 

Aracı kullanırken geçmişe doğru yaptığımız bu yolculuğun etkisi hala sürüyordu. Zihin dünyamda tatlı bir hava esiyordu. Hayata karşı duruşu yoksa bir insanın dünya üzerinde ne kadar yaşarsa yaşasın! Ne kadar durursa dursun! Duruşu boşuna!

Yazarın Diğer Yazıları