Ömer Akpınar

Akademik Lisan

Ömer Akpınar

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği 1. Kitap ve Kültür Fuarına katılan yazarlar ve şairler onuruna verilen yemeğe katılmıştım. Sütçü İmam Üniversitesinin Rektörü Durmuş Bey’le yan yana oturma fırsatını değerlendirerek onunla akademik lisan üzerine bir söyleşiye başladık.

 

Rektör Beye Üniversitelerimizdeki akademik dilin yabancı dillerin istilasından kurtarılarak Türkçeleştirilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumu ilettim. Tespitimi doğrulayarak benimle aynı fikirde olduğunu söyledi. Yemeği unutup söyleşiye dalıp gittiğimizi çok sonraları fark ettik.

 

Bunun altında yatan temel saikin akademisyenlerimizin Türkçemizi yetersiz görmelerinden kaynaklandığını ifade ile yaşadığım bir örneği dayanak olarak sundum: ‘Üniversitede yardımcı doçent bir hocamız vardı. İngilizcenin etkisi altında kaldığı her halinden belliydi. Bir gün derste bize “Türkçenin zengin bir dil olmadığı için akademik dil olamayacağını!” söyledi.  Ardından İngilizcenin akademik dile çok yatkın olduğu bahsini açarak “Buna örnek vermek gerekirse İngilizce’de iyi ve güzel anlamlarını ifade edecek çok kelimeler var. ‘Good, better, best, well, beautiful, wonderful, excellent, miracle’ gibi kelimelerin hepsi de üstünlük bildiren ve konuşmanın derecesine göre kullanılan kelimelerdir.” dedi.

 

O dönemlerde öz dilimiz üzerinde çalışmalar yapıyordum. Osmanlı Cihan Devletine ait resmi vesikaları rahatlıkla okuyabiliyordum. Aklıma hemen kendi kültür dilimiz geldi. ‘Öz dilimizde daha fazlası var.’ deyip içimden sıraladım. ‘İyi, daha iyi, çok iyi, en iyi, güzel, çok güzel, daha güzel, en güzel, sıra dışı, eşsiz, benzersiz, kusursuz, etkileyici, harika, fevkalade, aliyyül ala, mükemmel’ kelimeleri bir çırpıda sıralandı.

 

Saygısızlık etmek istemediğimden cevap vermemiştim.’ dedim. Durmuş Bey ‘Keşke bunu ayağa kalkıp açıkça söyleseydiniz!’ dedi. Evet, söylememiştim ama azimle ve kararlılıkla öz dilimizi bilim dili yapacağıma dair kendi kendime söz vermiştim. Yemeğin akabinde bu güzel toplantıdan ayrılarak standımıza imza gününe döndüm.

 

Evet, bilim dünyasının öncüleri olan akademisyenlerimiz, aşağılık kompleksinden kaynaklanan öykünme temayülüyle Batı dillerinden kelimeler ve deyimlerle doldurdukları dilimizi Öz Türkçe olmaktan çıkardılar. Maalesef çok dillerden alıntı sonucunda kırma bir dil ile konuşur oldular. Biraz İngilizce, azıcık Fransızca, kısmen İtalyanca’dan alınma kelimelerle uyarlanmış bir dil ile konuştuklarını dinlediğimde bana çok itici geliyordu.

 

Bu durumu milli ve manevi değerlerimizi tahrip etme olarak görüyordum. Bu tahribat Agop Dilaçar Martanyan ile başlamıştı. 1895-1979 yılları arasında yaşayan Agop, Büyük Türkiye Ansiklopedisi Baş redaktörüdür. Aynı zamanda Türk Dil Kurumu üyesidir. Robert Koleji’ni bitirmiştir. Dilde uydurmacılık hareketine öncülük yaparak Türkçe’yi bozanların başında gelmektedir. Bu nedenle uydurukçaya Agopça adı da verilir.

 

Bugün akademisyenlerimiz Türk Dili üzerinde oynanan oyunları fark edip gereğini yapamıyorlarsa kendileriyle çeliştiklerinin en güzel ispatıdır. Çünkü öz dili ve kültürüne bağlı olan milletler tarih sahnesinde bir varlık gösterebilir. Dünya Kültür mirasına bu sayede katkıda bulunabilirler. Aksi halde silinip giderler.

 

Dildeki değişim, kültürde değişime sebep olur. Bunu yapanlar, bir şeyi değiştirerek her şeyi değiştireceklerini gayet iyi biliyorlar. Türk İslam Dünyasının kullandığı bin yılda oluşan çok zengin bir dil var. Osmanlıcayı ağdalı bir olarak göstererek Agop Dilaçar’ın Türk Dil Kurumuna Başyazman yapıldığı bir dönemde Öztürkçe denilerek yeni tilcikler (kelimeler) uydurulmuş ve Türkçe’miz kasıtlı olarak kısırlaştırılmıştır.

 

Evet, Türkçemiz günümüzde uydurulan kelimelerden ibaretmiş gibi gösterilerek yoksul bir dile indirgendi. Ama onu zenginleştirecek olan da yine bizleriz. Güzel dilimizi kökleriyle buluşturduğumuzda bu sorun çözülecektir. Lise mezunu bir gencimiz Fuzuli’yi Nedim’i ve Nabi’yi anladığı an bu iş tamam olmuş demektir.

 

Bilinmelidir ki (Öztürkçe diyemiyorum) Uydurukça çalışmaları Türk Milletini kültür hazinesinden; yani edebiyattan, bilimden, sanattan uzaklaştırma çabalarıdır. Bugün bir İngiliz genci 16. yüzyılda yaşayan kendi şairleri olan Şekspir’i okuduğu zaman anlayabiliyor fakat bir Türk genci aynı yüzyılda yaşayan Fuzuli’yi okuduğu zaman anlayamıyorsa dilimizde yapılan tahribatın ne kadar vahim olduğu açıkça anlaşılabilir!

 

Yeni nesillerimize öz kültürümüzü aktarabilmek için yeniden çok zengin bir dil olan geçmişimizdeki dili kullanmaya dönmeliyiz. Bu bütün ihtişamıyla mazimizde vardı halihazırda olması daha da kolay olacaktır.

 

(Ömer AKPINAR-Düşünme Zamanı isimli eseri) Mail: [email protected]

Yazarın Diğer Yazıları